İnsanın her zaman gidebileceği bir köyü olmalı. Ne kadar güzel akan çeşmesi, hayvanları, kuş sesleriyle uyanması ya da çocukken ektiği fidanın ağaç olması, uzun yıllar sonra bile gelsen her şeyin aynı yerinde olması veya şimdilerde eskidi deyip de atığımız geçmişimiz buralarda değerli olması.
İnsanlar yaşlanırken eşyaların yaşlanmaması, anlatacak o kadar çok şev var ki; Her baktığında camda ayrı bir manzara, unutulmayan anılar ne güzel… Ben hiç yıldızlara bakıp yatamadım. Bur da yıldızlar göğsünde uyuyorsun, seni uyandıran kuş sesleri, rüzgârla karışan yaprak sesleri ya da o gür sesli horozla günaydın diyorsun.
Hayatın tam merkezinde çok mutluyum derken yaşadığım zamanı hatırladım. Alışveriş merkezlerinde mağaza gezerken mi mutluydum, büyük taş yığınlarından olan evlerde gece görmediğim izleyemediğim ay ve yıldızlar lamı beni mutlu ediyordu ya da o gittiğim pahalı Mekânlarda mı? Eğer bu mutluluksa benim şuan köyümde yaşadığım duygunun adı ne acaba? Bulamıyorum. Tarifi imkânsız duygular içindeyim ben her sabah Anne ekmeği, yoğurdu, peyniri, tereyağı yiyorum. Her sabah çatıda, (dam) balkonda yıldızları seyretmek için sabırsızlanıyorken; her akşamda sabah olsun istiyorum. Farkına varmadan böyle günlerim geçmiş ve ben mutluyum. Bu yaşadığım mutluluğun bir sınırı var mı acaba? Her geçen gün soyutlandığımız doğa ve yeşilliklerden daha ne kadar uzaklaşacağım. Akşam çayını üzüm bağlarında kaplumbağa ile içmenin tadını hangi cafe Restoran’da alabilirim ki ya da hangi manzara beni bu kadar mutlu eder.
Ben yaşadıklarımı anlattım bunlar kelimelerle cümlelerle anlatarak yaşanacak şeyler değil. Anlayamazsınız benimle aynı yerde yatıp, aynı havayı soluyup, aynı manzaraya bakıp, ayni yiyecekleri tadıp ve aynı hazzı duymanız lazım. Bunu size böyle yazarak anlatamam aslında. Tam şuan benim uyandığım yerde uyansaydınız anlardınız beni…
Ben size yazarak anlatabiliyorum siz okumakla kalmayın yaşayın diyorum…
Mutluluğunuz daim huzurunuz papatya kokusu tadında olsun…